KOCATEPE’DEN BİN YIL ÖTEYE ATLAMAK…
17 Ekim 2022MUDANYA MÜTAREKESİ EMPERYALİZMİN TÜRK ULUSU’NA TESLİM OLUŞ BELGESİDİR.
17 Ekim 2022Bugün; 9 Eylül 2022…
Bugün; yüz yıl öncenin İzmirlileri kadar mutluyuz. Yaşamak zorunda bırakıldığımız bütün aymazlıklara, ihmallere, yolsuzluklara, karanlıklara karşın geleceğe umutla bakıyoruz. Çünkü; “Umutsuz durumlar yoktur. Umutsuz insanlar vardır. Ben umudumu hiçbir zaman yitirmedim” diyen Mustafa Kemal’in Askerleriyiz!
Bugün; 9 Eylül 1922’de Konak Meydanı’nda İzmir Hükümet Konağı gönderine Türk Bayrağı’nı çeken Yüzbaşı Şerafettin, Teğmenler Ali Rıza (Akıncı) ve Hamdi (Yurteri), Diyarbakırlı Çavuş Mehmet Raşit (Nazlı) kadar, 5. Süvari Kolordusu Komutanı Fahrettin Altay kadar, Kadifekale’yi Türk Bayrağı’na kavuşturan Besim Bey (Kurter) kadar, şehre ilk giren Mehmetçikler kadar, onları bağrına basan İzmirliler kadar ve Zafer coşkusuyla yurdun her yerinde sokaklara dökülen Türk Ulusu kadar gururluyuz.
Bugün; 8/9 Eylül 1922 gecesi, tam 39 ay tavan aralarında, sandık diplerinde gizleyerek düşmana kaptırmadıkları kırmızı perde ya da elbise kumaşlarını beyaz patiskalarla buluşturup sabaha kadar diktikleri Türk Bayrakları ile Mehmetçiği sevinç gözyaşları içinde karşılarken kenti gelincik tarlasına döndüren Yiğit İzmir Kızları kadar heyecanlıyız.
KURTULUŞUN HABERCİSİ HASAN TAHSİN BEY’İN İLK KURŞUN’U
15 Mayıs 1919’da Emperyalist devletlerin kuklası Yunan Hükümeti’nin İzmir Rıhtımı’na çıkardığı palikaryaya İlk Kurşunu sıkan gazeteci Hasan Tahsin Bey (Osman Nevres) bu işgali kabullenmeyeceğine inandığı milletinin arkasından geleceğinden, kanını yerde bırakmayacağından emindi. Hasan Tahsin bir maceracı, bir hayalperest değildi. Nitekim, işgalin ertesi günü İstanbul’dan Samsun’a hareket eden Bandırma Vapuru’ndaki Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal Paşa; 18 yol arkadaşı ve bir avuç isimsiz nefer ile çıktığı umut yolculuğunda, ulusunun azim ve kararını harekete geçirip bütün olanaklarını ve fedakârlığını seferber ederek 3 yıl 3 ay 22 gün sonra Hasan Tahsin Bey’i şehadet şerbetini içtiği yerde, İzmir Rıhtımı’nda hayata döndürecekti.
15 Mayıs 1919’da Hasan Tahsin Bey ile toprağa düşen ve O’nun temiz kanıyla sulanan BAĞIMSIZLIK TOHUMU, İzmir’in dağlarında ve bütün yurtta 9 Eylül 1922 günü rengarenk çiçeklere dönüşmüştü. Türk Ulusu o kadar kıvançlıydı ki; içi içine, yüreği göğsüne, bedeni evine sığmıyor, başı göğe değiyordu. İstanbul’dan ve bütün dünyadan gazeteciler, politikacılar, hatta zafere inanmayanlar bile akın akın İzmir’e koşuyordu. Belki sadece İngiliz emperyalisti, Türk Zaferi’nin kesinlik ve hızının yarattığı şoktan olsa gerek, uğradığı hezimetin farkında değildi, bilinen küstahlığını sürdürüyordu.
MUSTAFA KEMAL PAŞA İNGİLİZ AMİRALE HADDİNİ BİLDİRİYOR
Büyük Taarruz 5 günde kesin zaferle sonuçlanmış, İzmir kurtulmuş, vatanın bağrına dayanmış hançer sökülüp atılmış, savaş bitmiş, Ulusal Bağımsızlık kazanılmıştı. Ancak İngiliz donanması bir türlü İzmir Limanı’ndan ayrılmamakta, bu durum 10 Eylül’de İzmir’e giren Mustafa Kemal Paşa’yı düşündürmekteydi. 12 Eylül 1922 günü İngiltere’nin Akdeniz Filosu Başkumandanı Sir Osmond de Beauvoir Brock Gazi’yi ziyarete geldi ve kendi vatandaşları ile hristiyan azınlıkların durumlarının ne olacağını sordu. Mustafa Kemal, suç işlememiş tüm İngiliz ve azınlık vatandaşlarının İzmir’de kendisi kadar güvende olacaklarını, ancak suç işleyenlerin adaletin huzuruna çıkacaklarını bildirince görüşme gerginleşti.
Donanma komutanının
– Fakat Paşa Hazretleri, fevkalade günler geçirdik. Yunan Ordusu’ndan cesaret alan bazı Rum ve Ermeniler şımarıklık yapmış olabilir. Bunlar, fevkalade günlerin olaylarıdır. Hoş görülmesi gerekir. Eğer bu kimseler, halkın husumetine bırakılacak olursa, bütün dünya aleyhinize kıyameti koparır!
diyerek tehdide kalkışması üzerine Gazi sözünü bıçak gibi kesti ve adeta gürledi:
– Şu Efendi Devlet rolünü bir kenara koyunuz Amiral! Milletleri tehdit etmekten de vazgeçiniz! İngiltere ve müttefiklerinin kıyameti koparıp koparmayacağını düşünmem! Bunlar memleketimin iç işleridir; kimsenin bu işlere karışmasına müsaade etmem!
Amiralin benzi kül gibi oldu, ama yine de üst perdeden konuşmayı sürdürdü:
– İngiltere Hükümeti’nin tebaasını her yerde koruma hakkı vardır ve devletler hukukunun teminatı altındadır. Vatandaşlarımızın ve Avrupa devletleriyle birlikte arkaladığımız Rumlarla Ermenilerin güven içinde bulundurulmasını sadece rica ettik. Yoksa biz bu güvenliği sağlayacak güçteyiz…
Bu sözler Mustafa Kemal Paşa’nın iyice tepesini attırdı:
– Arkaladığınız Yunan Ordusu’nun denizde yüzen leşlerini herhalde görmüş olmalısınız! Türk Ordusu asayişi sağlayacak güçte olduğu gibi, limanı boşaltacak güçtedir de… Donanmanızın en kısa sürede limanı terk etmesini istiyorum!
Mustafa Kemal Paşa’nın cümleleri art arda tokat gibi yüzünde şakladıkça ne yapacağını şaşıran Amiral çaresizce son bir hamle yaparak
– Ne yani, İngiltere’ye savaş mı açıyorsunuz?
diye sorunca Paşa
– Savaş açmak mı? Siz yoksa Sevr Antlaşması’nın hala yürürlükte olduğunu mu sanıyorsunuz? Biz onu çoktan yırttık Bay Brock. Karşımda oturuşunuzu, sizi konuk saymama borçlusunuz! Bizim gözümüzde barış antlaşması yapmamış savaş halinde iki devletiz. Savaş hukuku yürürlüktedir. Gemilerinizi derhal kara sularımızdan çekmenizi size son kez ihtar ediyorum!
diyerek görüşmeyi sonlandırdı.
Mağrur Amiral bu sözlerle bir balmumu heykele döndü, şişe gerine girdiği odada oturduğu sandalyede küçüldükçe küçüldü ve sonunda kekeleyerek;
– Affedersiniz!
dedi, geri geri kapıya gidip dışarı çıktı.
Amiralin raporu üzerine İngiliz Hükümeti aynı gün bu sözlerin yazılı olarak bildirilmesini isteyen bir ültimatom verdi. 13 Eylül günü komutanın yüzüne söylenenler yazılı olarak emperyal ülkenin temsilcilerine iletildi. Olay şehirde de duyulmuş, meraklı bir bekleyiş başlamıştı. Birkaç saat sonra emperyalistler kendi devletlerinin uyruğunda olanları gemilerine alıp, denizde çırpınan Yunan askerlerine aldırmaksızın sessizce limanı terk ediyorlardı.
Salih Bozok o anı şöyle anlatıyor:
“Verilen zaman bittiğinde büyük İngiliz donanmasının İzmir Limanı’ndan uzaklaşmasını seyrediyorduk. O ise, bakmıyordu bile…”
Mustafa Kemal Paşa’nın Amirale söyledikleri; İngiliz emperyalistlerinin yüzyıllardır işitmek bir yana, karşılarında dile getirilebileceğini akıllarına bile getirmedikleri sözler olduğu kadar, Türk Ulusu’nun da yine yüzyıllardır özlediği, yöneticilerinden beklediği cümlelerdi. Yüz yıl önce Amirallerine İzmir’de söylenenleri İngilizler asla unutmamışlar, ama son dönemlerde Türk Ulusu’nu yönetme iddiasındakiler yazık ki duymamışlardır bile…
O kadar duymamışlardır ki; emperyalistler karşısında dizlerinin bağı çözülmekte, İngiltere Kraliçesi’nden -hem de İstanbul Boğazı’na demirlemiş İngiliz Savaş Gemisi güvertesinde- Diz Bağı Nişanı almayı marifet bellemekte, ABD’de Yahudi Cesaret Madalyası ile ödüllendirilmeyi kabul etme “cesareti” gösterebilmekte, kâh beyzbol sopası, kâh hadsiz ve aşağılayıcı mektuplarla tehdit edilmeyi ya da dakikalarca kapılarda bekletilmeyi içlerine sindirebilmektedirler. Oysa, küstah emperyalistlere hadlerini bildirmek, dizlerinin bağını çözüp tir tir titretmek Ege Efelerinin, Demirci Akıncılarının ve elbette Toros yörükleri, Giresun uşakları, Antep yiğitleri, Gördesli Makbuleleri, Çete Emir Ayşeleri, Kara Fatmaları ile Türk Ulusu’nun olağan işlerindendir. Tıpkı türküde çığrıldığı gibi:
“Kordon boyu seyrine düştü
Titret efem vur dizin üste…”
İZMİR’İN DAĞLARINDA ÇİÇEKLER AÇAR…
Mustafa Kemal Atatürk’ün bu ödünsüz antiemperyalist ve tam bağımsızlıkçı tavrı iledir ki; İzmir’in kurtuluşundan hemen sonra Mondros Ateşkes Anlaşması’nı tarihin çöp sepetine atan Mudanya Mütarekesi, ardından Osmanlı’ya imzalatılmış ve fakat Kuvayı Milliye’ce kadük edilmiş Sevr’i gömen Lozan Antlaşması imzalanmış, 1936 yılında olağanüstü bir diplomatik başarı eseri olarak bir araya getirilen 9 ülkeyle imzalanan Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile Bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’nin kırmızı çizgileri oluşturulmuş, 1938-39’da da tek kurşun atılmadan Hatay’ın Anavatan’a katılması sağlanmıştır.
Bu yerli ve milli duruşla yapılanları Atatürk 1935’de şöyle kayda geçiriyor:
“Bu anda, Sivas Kurultayını -ki, dış ve iç düşmanların süngüleri altında kurulmuştur- hatırlamak, geçen on altı yılın bütün hadiselerini göz önüne getirmeği kolaylaştırır. Uçurumun kenarında yıkık bir ülke… türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar… yıllarca süren savaş… ondan sonra, içerde ve dışarda saygı ile tanınan yeni vatan, yeni sosyete, yeni devlet… ve bunları başarmak için aralıksız devrimler… işte Türk genel devriminin kısa diyemi…” ve ekliyordu “16 yıldır uyguladığımız, yalnız birkaç yıl için değil geleceği de kapsayan tasarlarımız ve güttüğümüz bütün bu esaslar KEMALİZM prensipleridir.”
İşte, Mustafa Kemal Atatürk önderliğindeki Kemalist Devrimcilerin bu kararlılığı ile günümüz yöneticilerinin teslimiyetçiliği arasındaki derin uçurumu gören yurtsever halkımız hemen her gün; meydanlarda, üniversitelerde, stadyumlarda, spor salonlarında ya da yasaklanmamışını bulursa festival alanlarında İzmir’in dağlarında açan çiçekleri anımsamakta ve anımsatmaktadır.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Türk Ulusu’na aşıladığı bağımsızlık aşkı, günümüzde İzmir’in dağlarında -ve vatanın dört bir yanında- hiç solmayacak milyonlarca çiçeğe dönüşmüştür. Milletimiz, “Yaşa Mustafa Kemal Paşa Yaşa” sözleriyle O’nun adını sadece mücevher taşa değil, Tarih Baba’nın silinmez hafızasına da altın harflerle kazımıştır.
Atatürkçü Düşünce Derneği olarak; Atatürk’ün akıl ve bilim yoluna dönmek, Kemalizm’in namus sesini bir Sis Çanı gibi yurdumuz semalarına asmak, Cumhuriyetin kuruluş felsefesini günümüz koşullarına uyarlayarak Yeniden Atatürk Cumhuriyeti’ne ulaşmak kararlılığı ile güzel İzmir’imizin kurtuluşunun 100. yılını kutluyor, Atatürk ve Kuvayı Milliye kahramanlarımızı minnet ve şükranla yad ediyor, aziz şehit ve gazilerimizin manevi huzurlarında saygıyla eğiliyoruz.
Yaşasın Tam Bağımsız Ve Gerçekten Demokratik Türkiye!
Saygılarımızla…
ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ GENEL MERKEZİ
BASINA VE KAMUOYUNA - İZMİR'İN DAĞLARINDA 100 YIL ÖNCE AÇAN ÇİÇEKLER HİÇ SOLMAYACAK.