Atatürkçü Düşünce Derneği Doğu Karadeniz Bölge Toplantısı Geçekleştirildi
3 Aralık 202120. Milli Eğitim Şurasında alınan “OKUL ÖNCESİ EĞİTİMDE ÇOCUKLARA DİN EĞİTİMİ VERİLMESİ” ile ilgili basın açıklaması
6 Aralık 2021Atatürk Devrimi, Ulusal Bağımsızlık Savaşı’ndan başlayarak Türk devlet ve toplum yaşamında
çağdaş ve uygar boyutlarda yapılan köklü ve ani değişikliklerle (devrimlerle) tanımlanabilir. Doğu Sorunu
adı altında Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalamaya ve paylaşmaya yönelik plan ve projeler geliştiren, bu
çerçevede Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Anadolu topraklarını işgal ederek Türk varlığını tamamen
ortadan kaldırmayı deneyen Batılı emperyalist devletlere karşı arkasına Türk ulusunu alarak verdiği Ulusal
Bağımsızlık Savaşı’nı zaferle sonuçlandıran Atatürk, Türk ulusunun varlığını sürdürebilmesi ve uygar
dünyada yerini alabilmesi için Türkiye’nin çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmasını, hatta onu bile aşmasını
öngörüyordu. O, bu ideali gerçekleştirebilmek için tam bağımsız, kalkınmış bir devlet, çağdaş ve uygar bir
toplum yaratmak istiyordu.
İşte Türk insanını çağdaşlaştırmayı, dolayısıyla özgürleştirmeyi ilke edinen, bizzat halkın ayağına
giderek yapacağı devrimler hakkında bilgi veren Atatürk, çağdaşlaşma hareketinin henüz başlarında, Şapka
Devrimi’ni tanıtmak üzere gittiği Kastamonu’da 30 Ağustos 1925’te yaptığı konuşmada devrimlerin
amacını şöyle açıklıyordu: “Efendiler, yaptığımız ve yapmakta olduğumuz devrimlerin amacı, Türkiye
Cumhuriyeti halkını tamamen çağdaş, bütün anlam ve görünüşüyle uygar bir toplum haline
getirmektir…” Aynı konuşmada, bir ulusun uygarlık yolunda ilerlemesinin ancak kadınıyla, erkeğiyle
birlikte gelişmesine bağlı olduğunu, kadınlar toprağa zincirle bağlı kaldıkça bu ilerlemenin
sağlanamayacağını, diğer yandan Türk kadınının dış görünüşüyle, giyimiyle, davranışlarıyla uygar olduğunu
göstermesi gerektiğini açıkça söylüyordu.
Yalnızca fesin yerini uygar ulusların başlığı olan şapkanın almasını değil, kadını ve erkeğiyle tüm
ulusun giyim-kuşamını çağdaşlaştırmayı, bunun da ötesinde zihniyetlerin değişmesini ve aklın egemen
kılınmasını amaçlayan Şapka Devrimi, Türk kadınının sosyal yaşamda özgürleşmesi yolunda atılan çok
önemli bir adımdı. Öyle ki, Türk kadınlarının büyük çoğunluğu, hiçbir yasal zorunluluk bulunmamasına
karşın kısa bir sürede peçe ve çarşafı terk ederek çağdaş giyim-kuşamı tercih ettiğini, dolayısıyla sosyal
yaşam özgürlüğünü benimsediğini göstermişti. Türk kadınını dış görünüşüyle, yaşam biçimiyle, kafa
yapısıyla çağdaşlaştırmayı amaçlayan bu devrimin yanı sıra 1926 yılında kabul edilen Türk Medeni Kanunu
ile Türk kadını erkekle eşit yurttaşlık hakları elde ediyor, yüzlerce yıldır evlenme, boşanma, miras gibi
kişisel haklar konusunda erkeklerle eşit sayılmayan kadınlar aile ve miras hukuklarının yanı sıra ekonomik
yaşam açısından erkeklerle eşit haklara kavuşuyorlardı.
Kadınların siyasal haklarına kavuşmaları ise zorlu bir süreçten sonra gerçekleşmiştir. Atatürk, daha
Cumhuriyet ilan edilmeden önce, Ocak 1923’te İzmit basın toplantısında, kadınlara seçim hakkı verilmesi
gerektiğini açıkça belirmişti. Ne var ki, aynı yıl TBMM’de seçim yasası görüşmelerinde kadınların da
nüfustan sayılmasını isteyen Tunalı Hilmi Bey’in bu önerisi reddedilmiş, 1924 Anayasa görüşmelerinde ise
kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanıyacak bir değişiklik kabul edilmemişti. Bununla birlikte kadınlara
siyasal haklar tanınması yolunda ilk önemli adım 1930’da kabul edilen Belediyeler Yasası ile atılmış, Türk
kadınına belediye seçimlerine katılma hakkı verilmiştir.
Atatürk kadınlara siyasal hakların verilmesi konusunda ısrarcı ve kararlıydı. 1930’da kurulan
Serbest Cumhuriyet Fırkası tüzüğüne O’nun önerisiyle kadınlara seçim hakkı tanınmasının savunulacağı
yönünde bir madde konulmuş, 1931’den itibaren ortaokullarda ders kitabı olarak okutulan “Vatandaş İçin
Medeni Bilgiler” kitabının birinci cildinde ise bizzat O’nun tarafından kaleme alınan, “Kadınların Seçim
Yetkileri” başlığını taşıyan ve kadınlara bütün siyasal haklarının verilmesi gerektiğini içeren bir bölüm yer
almıştı. Bu gelişmelerden sonra, 1935 milletvekili seçimlerine gidilmeden önce, Başbakan İsmet İnönü ve
191 milletvekili tarafından yapılan Anayasa değişikliği önerisi, 5 Aralık 1934’de TBMM’de oy birliğiyle kabul
edilerek Türk kadınlarına milletvekili seçme ve seçilme hakkı tanınmıştır. 1 Mart 1935’te çalışmalarına
başlayan V. Dönem TBMM’de ise 18 kadın milletvekili yer almış ve böylece kadınlar TBMM’deki tüm
milletvekillerinin %4.5’ini oluşturmuşlardır. Aynı tarihte İsveç parlamentosunda kadınların oranı %5 iken,
günümüzde bu oran %47’dir. Ne üzücüdür ki, Fransa, İtalya, İsviçre gibi Avrupa ülkelerinden önce seçme
ve seçilme haklarına sahip olan Türk kadınlarının günümüzde TBMM’de temsil edilme oranı % 17.35’dir.
Bu oranla Türkiye, Avrupa’da 37 ülke içinde sondan üçüncü sırada, dünyadaki 192 ülke arasında ise 117.
sırada yer almaktadır.
Biz Atatürkçü Düşünce Derneği olarak, kadınların TBMM’de temsil edilme oranı açısından dünyada
bu kadar alt sıralarda yer almasında ve seçme hakkını daha çok kullanmasına karşın seçilme hakkını daha
az kullanabilmesinde rol oynayan faktörlerin (eğitim düzeyinin düşüklüğü, kırsal yörelerde kocanın kadın
üzerindeki baskısı, politik bilinç eksikliği, ekonomik sorunlar, gerek siyasal kuruluşların gerek
demokratik kitle örgütlerinin kadının politik etkinliğini destekleme yönünde yeterince çaba
göstermemeleri vb.) bilincindeyiz. Atatürk ilke ve devrimlerinin toplumsal sorunlarımızın
çözümlenmesinde yol gösterici niteliğe ve yaratıcı güce sahip olduğuna inanan bir demokratik kitle örgütü
olarak, laiklik ilkesinin ve demokrasinin gereği olan, Atatürk Devrimi’nin en önemli kazanımlarından
“kadınların seçme ve seçilme hakkını tam olarak kullanmaları” ve “kadınların siyasette eşit temsil
edilmesi” için, özellikle siyasal açıdan bilinçlenmeleri ve politik etkinliğine ilişkin sorunların çözümüne
yönelik her türlü çalışmayı yapmak konusunda kararlıyız.
ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ GENEL MERKEZİ